Refik Anadol – Makine Hatıraları: Uzay

Refik Anadol’un yeni kişisel sergisi 19 Mart – 25 Nisan 2021 tarihleri arasında PİLEVNELİ Dolapdere’de.

Refik Anadol’un daha önce sergilenmemiş son dönem çalışmalarının yer aldığı “Makine Hatıraları: Uzay”, sanatçının PİLEVNELİ bünyesinde düzenlenen üçüncü sergisi olacak. Anadol’un ilk galeri sergisi “Şüpheci Müdahaleler”, 2012 yılında yine PİLEVNELİ çatısı altında izleyiciyle buluştu.

“Makine Hatıraları: Uzay”, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin özel desteğiyle; Borusan Otomotiv’in Türkiye distribütörü olduğu BMW, İBB iştiraklerinden Kültür AŞ ve Samsung Galaxy S21 Serisi ana sponsorluğunda hayata geçiyor. Beyoğlu Belediyesi’nin de destek verdiği serginin katılımcı sponsorları ABC Deterjan, Atelier Rebul, Fuudy, Jotun, Kahve Dünyası Algötür, MG International Fragrance Company, Swissôtel The Bosphorus Istanbul; medya sponsoru Joy FM; reklam ve tanıtım sponsorları ise City’s, IstanbulArtNews, Just Work, Kentvizyon, Panoffect ve Panout.

İnsan yaşamı, bilim ve teknoloji arasındaki simbiyotik ilişki sürekli olarak değişirken, makinelerin hayal gücümüzün sınırlarını zorlamadaki rolünü başarılı insan-makine iş birlikleri bağlamında düşünmek, merak uyandıran tartışmaları beraberinde getiriyor. Yapay zekayı bir araçtan ziyade takım arkadaşı olarak gören medya sanatçısı Refik Anadol, bir süredir evreni, insan duyularını, makineleri ve belleği anlamak için kullandığımız, birbiriyle ilişkili anahtar kavramları, dijital sanat ve mimari merceğinden bakarak araştırıyor. Los Angeles’taki Refik Anadol Studio’nun İstanbul’da bugüne kadar gerçekleşen en kapsamlı kişisel sergisi “Makine Hatıraları: Uzay”, astronomik araştırmaların insanlık tarihindeki yerini gözler önüne seren ve uzayla ilgili büyük veri kümelerine ışık tutan yeni bir kavramsal çerçeve sunuyor.

“Makine Hatıraları: Uzay”, evrenin derinliklerini keşfetmeyi amaçlayan bilimsel girişimler ve makine zekası kullanılarak yapılan görsel spekülasyonlar aracılığıyla, bilgi kümelerinin açık uçlu estetik olanaklara dönüştüğü alternatif bir veri evreni yaratıyor. Ünlü astrofizikçi Carl Sagan, 1980’lerde geniş kitlelere ulaşan Cosmos adlı televizyon programının bir bölümünde, “Hayal gücü bizi genellikle hiç var olmamış dünyalara taşır. Ama o olmadan hiçbir yere gidemeyiz” der. Anadol’un yeni sergisi, Sagan’ın bu önermesinden 41 yıl sonra, görünmez uzay verilerini, kamusal sanat sayesinde dışa vurulabilen duygularla birleştirip şiirsel metaforlar oluşturuyor ve uzayın katmanlarına ulaşmanın ilk adımı olarak uçsuz bucaksız bir (veri) evreni hayal etmenin kaçınılmazlığına dikkat çekiyor.

Hatıralar ve Düşler

Sergi, “Hatıralar” ve “Düşler” başlıklı, birbiriyle ilişkili iki bölümden oluşuyor. Bölümlerin her biri insanlığın uzay keşiflerine farklı bir estetik perspektif ve tematik yönelimle yaklaşıyor. Anadol’un uzay araştırmalarıyla ilgili en son verileri görselleştirmek amacıyla başlattığı projeleri kolektif olarak tecrübe edilen sanatsal ifadelere dönüştüren bu bölümler, yapay zekanın görünmez bilgileri nasıl toplayıp açığa çıkardığını anlatan simülasyonlardan oluşuyor.

Serginin ilk bölümü “Hatıralar”, Refik Anadol’un yapay zeka yardımıyla uzayla ilgili henüz yorumlanmamış, ham görsel verileri topladığı ve onları pigmentlere dönüştürdüğü bir dizi dinamik veri tablosu sunuyor. Eser, çeşitli gök cisimlerinin olası şekillerinin spekülasyonunu yapan bir algoritmayı eğitmek üzere ISS, Hubble, MRO Uzay Teleskopları ve diğer uydular tarafından kaydedilen ve şimdiye kadar bir sanat eserinde kullanılan en büyük uzay temalı veri kümesi olan iki milyondan fazla görüntüden yararlanıyor. Astronomide bugüne kadar kullanılan en gelişmiş teleskopların ‘hatıraları’ olarak da ele alınabilecek görsellerden oluşan bölümde, seyircinin ham verilerle etkileşime girmesine olanak tanıyan bir enstalasyon, eserleri ortaya çıkaran araçların işlevselliğini gözler önüne seriyor. Böylelikle evreni tahayyül etme hissimiz, yalnızca soyut imgelerle değil, aynı zamanda ulu bir bütünlüğün parçalanmış fakat somut delilleri aracılığıyla destekleniyor.

İkinci bölüm, “Düşler”, üç boyutlu veri heykelleri ve 15 dakikalık, mekanla bütünleşik bir yapay zeka sineması enstalasyonundan oluşuyor. En son 3D baskı teknikleriyle oluşturulan veri heykelleri Hubble, ISS ve Mars teleskoplarının görsel hatıralarından esinlenen sentetik manzaraları temsil ediyor ve hem dünyanın hem de diğer gök cisimlerinin topolojilerinden oluşan veri noktaları arasındaki çoklu ağ akışını alternatif bir perspektiften sergiliyor. Kolektif bir bilinç dışına ulaşmak için verilerle hikaye anlatmak, Refik Anadol’un ilk sergisinden bu yana işlerinin temelini oluşturuyor. “Düşler” bölümünün sinematik kısmı olan “Makine Hatıraları v.2” başlıklı eserde bu tema, izleyiciyi 15 dakika boyunca bir makinenin zihnine adım atmaya davet eden sürükleyici bir yapay zeka hikayesi şeklinde inceleniyor.

Teleskoplardan alınan geniş arşiv kümeleri arasındaki bağlantıları keşfeden, mekanla bütünleşik bir eseri deneyimleyen izleyiciler, kendilerini sürekli genişleyen bir veri evreninde buluyor. Bu veri-odaklı mekan, yalnızca uzay görsellerinin enterpolasyonunu ve sentezini temsil etmekle kalmıyor, aynı zamanda rüyaların sanatsal yaratıcılığın yapı taşı olduğu gizli bir kozmos haline geliyor. “Düşler”, çok boyutlu ve uzay temalı bir filmi, yeni bir kartografik estetikle sunarken, enstalasyonun makine tarafından yaratılan düşleri, izleyicinin kainatın görünmez katmanlarıyla bağlantılar kurmasını amaçlıyor ve hem dünyaya hem çevreye, hem de evrene aidiyet duygusunu tetikliyor.

Refik Anadol – Makine Hatıraları: Uzay

Uzay, Makine ve İnsan İlişkisine Dair Sanatsal Bir Araştırma Olarak Makine Hatıraları: Uzay

İnsan yaşamı, bilim ve teknoloji arasındaki simbiyotik ilişki sürekli olarak değişirken, makinelerin hayal gücümüzün sınırlarını zorlamadaki rolünü, başarılı insan-makine işbirlikleri bağlamında düşünmek, merak uyandırıcı tartışmaları tetikler. Yapay zekayı bir araçtan ziyade, bir takım arkadaşı olarak gören medya sanatçısı Refik Anadol, evreni, insan duyularını, makineleri ve belleği anlamak için kullandığımız, birbiriyle ilişkili anahtar kavramları, dijital sanat ve mimari merceğinden bakarak araştırıyor. Los Angeles’ta konuşlanan Refik Anadol Studio’nun İstanbul’da bugüne kadar gerçekleşen en kapsamlı kişisel sergisi Makine Hatıraları: Uzay, astronomik araştırmaların insanlık tarihindeki yerini gözler önüne seren ve uzayla ilgili büyük veri kümelerine ışık tutan yeni bir sanatsal bakış açısı öneriyor.

Makine Hatıraları: Uzay, evrenin derinliklerini keşfetmeyi amaçlayan bilimsel gelişmeler ve makine zekası kullanılarak yapılan görsel spekülasyonlar aracılığıyla, bilgi kümelerinin açık uçlu estetik olanaklara dönüştüğü alternatif bir veri evreni. Anadol’un ilham kaynaklarından biri olan, ünlü astrofizikçi Carl Sagan, 1980’lerde geniş kitlelere ulaşan Cosmos adlı televizyon programının bir bölümünde, “Hayal gücü, bizi çoğunlukla hiç var olmamış dünyalara taşır. Ama o olmadan da hiçbir yere gidemeyiz,” der. Anadol yeni sergisinde, Sagan’ın bu önermesinden kırk bir yıl sonra, uzay verilerini ‘kamusal sanat’ ile birleştirip, şiirsel metaforlar oluşturuyor ve uzayın katmanlarına ulaşmanın ilk adımı olarak uçsuz bucaksız bir (veri) evreni hayal etmenin kaçınılmazlığına dikkat çekiyor.

Serginin Hatıralar ve Düşler başlıklı, birbiriyle ilişkili iki bölümü var. Bölümlerin her biri, insanlığın uzay keşiflerine farklı bir estetik perspektif ve tematik yönelimle yaklaşıyor. Anadol’un uzay araştırmalarıyla ilgili, en son verileri görselleştirmek amacıyla başlattığı projeleri, topluca tecrübe edilen sanatsal ifadelere dönüştüren bu bölümler, yapay zekanın görünmez bilgileri, nasıl toplayıp açığa çıkardığını anlatan simülasyonlar olarak da yorumlanabilir.

Serginin ilk bölümü ‘Hatıralar’, yapay zeka yardımıyla toplanan ve sınıflanan ham görsel verilerin pigmentlere dönüştüğü, dinamik veri tabloları ve veri heykellerinden oluşuyor. Eserler, ISS, Hubble ve MRO Uzay Teleskopları tarafından kaydedilen ve şimdiye kadar bir sanat enstalasyonunda kullanılan, en büyük uzay temalı veri kümesi olan, 2 milyondan fazla görüntüden yararlanıyor. Astronomide bugüne kadar kullanılan en gelişmiş teleskopların “hatıraları” olarak da ele alınabilecek görsellerden oluşan bölümde, seyircinin, ham verilerin toplanma sürecine tanıklık etmesini sağlayan ve eserleri ortaya çıkaran araçların işlevselliğini gözler önüne seren bir “veri tüneli” de mevcut.

Üç boyutlu veri heykelleri ve on beş dakikalık, mekanla bütünleşik bir yapay zeka sineması enstalasyonunun izleyiciyle buluştuğu ikinci bölümün adı ise ‘Düşler’. Veri heykelleri, hem dünyanın, hem de diğer gezegen ve gök cisimlerinin topolojik yapılarını, ‘veri noktaları’ olarak alıp, teleskopların ‘rüyalarını’ tablolaştırırken, Makine Hatıraları v.2 başlıklı sinema bölümü, izleyiciyi on beş dakika boyunca, uzayla ilgili sürükleyici rüyalar gören bir makinenin zihnine adım atmaya davet ediyor. Kolektif bir bilinçdışına ulaşmak için verilerle hikaye anlatmak, İstanbul’da 2011 yılında sunduğu ilk eserlerinden bu güne Refik Anadol’un sanat anlayışının temel taşlarından biri. Anadol, serginin Makine Hatıraları v.2 başlıklı sinematik bölümünde bu temayı, izleyiciyi on beş dakika boyunca bir makinenin zihnine adım atmaya davet eden sürükleyici bir yapay zeka hikayesi şeklinde aktarıyor. Yapay zeka sineması olarak da tanımlanabilecek bu deneyim, yalnızca uzay görsellerinin enterpolasyonunu ve sentezini temsil etmekle kalmıyor, aynı zamanda rüyaların sanatsal yaratıcılığın yapıtaşı olduğu gizli bir evrene dönüşüyor. Başka bir deyişle ‘Düşler’, çok boyutlu ve uzay temalı bir filmi, yeni bir kartografik estetik ile sunmayı amaçlıyor. Enstalasyonun, makine tarafından yaratılan düşleri, izleyiciyi kainatın görünmez katmanlarına yaklaştırabilecek ve hem dünyaya, hem çevreye, hem de evrene aidiyet duygusunu tetikleyebilecek kadar kuvvetli görseller içeriyor.

(İstanbul, TR / 19 Mart 2021 / PİLEVNELİ)

Refik Anadol ile ”Makine Hatıraları: Uzay” Üzerine

Bu serginin ilham kaynağı olan NASA JPL ile işbirliğine nasıl başladınız? Ve bu işbirliği sanat pratiğinizi nasıl etkiledi? NASA ile yürüttüğünüz çalışmanın sergiye dönüşmesi ne kadar zamanınızı aldı?

NASA JPL ile kurumun 60 yıllık arşivlerini görselleştirip, yeni binalarının girişine bir veri heykeli hazırlamak için 2018 yılında, bir işbirliğine başladık. Heykelimizi kısa zaman önce tamamlayıp yerleştirmesini yaptık ve harika geri bildirimler aldık. Üstesinden başarıyla geldiğimiz bu zor projenin güzel sonuçlarının yanında, bizzat sürecin kendisi de benim gibi hem bilimkurgu, hem yapay zeka, hem de büyük veriyle bu kadar iç içe olan bir sanatçı için çok ilham verici bir deneyimdi. Yaklaşık üç yıl boyunca, dünyadan uzaya gönderilmiş en kapsamlı teleskopların bize taşıdığı görsellerle beslenen bir eseri düşünmek, ‘teleskopların da anıları, seyahatnameleri var’ gibi bir düşünceyi de beraberinde getirdi. Ve bunca görüntüyü yapay da olsa belleklerinde toplayan teleskopların da rüya görebileceği ihtimali böylece ortaya çıktı.

İstanbul’daki ilk serginiz Eriyen Hatıralar ile insanın görünmeyen, elle tutulamayan belleğine dair görsel bir yolculuğa çıkmıştık sizinle. Şimdi ise uzayın saklı belleğine geçiş yapıyoruz. Hem sanatsal keşifleriniz hem de bilimsel meraklarınız bellek merkezinde hareket ediyor diyebilir miyiz?

Gerek insan belleği, gerek ‘kolektif bellek’ düşüncesi – ama daha da önemlisi, bu iki belleğin kesiştiği noktalar – hem bilim hem de sanatta üzerine çok düşünülmüş ve daha da düşünülecek konular. Yıllar önce Eriyen Hatıralar başlıklı eserimde şahsi bir hikayeden yola çıkarak ‘hatıralarımızı kaybetmemek için ne yapabiliriz?’ sorusuna sanat ve teknoloji ekseninde bir cevap bulmaya çalışmıştım. Aslında o zamandan beri stüdyo olarak yaptığımız hemen hemen her işe başlarken ekip arkadaşlarıma bu soruyu hatırlatıyorum. Örneğin 2019 yılında New York’ta gerçekleştirdiğimiz sergide ya da geçen yıl Güney Kore’nin başkenti Seul’da, ünlü mimar Zaha Hadid’in ikonik binalarından biri üzerine yansıttığımız eserde, bir şehrin hatıralarını ve kolektif bellek kavramını mimari ile temsil etmenin yollarını aradık. Bugün PİLEVNELİ’de sizlerle paylaştığımız eserler, benzer konuların ‘evrenin hafızası’ gibi daha kapsamlı, daha bilinmez ve dolayısıyla tahayyüle daha açık bir veri kümesi aracılığı ile sorgulanması sonucu ortaya çıktı diyebilirim. Fakat bu soruyu farklı platformlar ve veri kümeleri ışığında tekrar tekrar sordukça, kendimizi, bir şekilde insan belleğinin kapasitesini sorgularken bulduğumuzu da belirtmem gerek. Son günlerde bizi çok heyecanlandıran haberlerden biri de eserlerimizin ve araştırmalarımızın hafızayı etkileyen bazı nörolojik hastalıkların tedavisinde terapi amaçlı kullanılabilme ihtimali. Önümüzdeki aylarda sinirbilim ve sanat üzerine heyecanlı bir çok yeni araştırma projesi paylaşıyor olacağız.

Eriyen Hatıralar’da insanın en özel verilerini, yani hatıralarını kullanan ve en güncel sinirbilim araştırmalarından ilham alarak oluşturduğunuz eserler sergilemiştiniz. Şimdi ise yüzünüzü astronomiye dönüp, bambaşka bir bilinmeyeni, sanat aracılığıyla yorumluyorsunuz. ‘Görünmeyeni görünür kılmayı’ parola edinmiş bir sanatçı olarak sanat, yapay zeka, ve teknolojinin verileri açığa vurmada geldiği noktayı kendi işleriniz üzerinden anlatabilir misiniz?

‘Görünmeyen’ kelimesi benim için ‘göz önünde olmayan’ anlamına geldiği kadar ‘görünmesi için şekil değiştirmesi gereken’ anlamına da geliyor. Yapay zekanın ve teknolojinin geldiği bu noktada sadece verinin ya da bilginin değil, aklımıza gelebilecek maddi ve manevi her şeyin başka şekillere bürünebileceğini ve böylelikle daha iyi anlaşılabileceğini düşünüyorum. Bunu düşünen, bir fırçanın ve makinenin bilinci ile üretimlerime katkıda bulunması olarak okuyabiliriz. Örneğin son zamanlarda parçası olduğum ve epeydir üzerinde düşündüğüm kripto sanat dünyası, sanat galerinin ve koleksiyonerliğin başka bir şekil alabilme potansiyelini sorgulatan bir oluşum. Eserlerime de her zaman sonsuz bir dönüşme ve değişme potansiyeliyle başlıyorum. Öyle ki bazen makinenin bulguları, bizi hiç hayal etmediğimiz yerlere götürüyor ya da verinin kendisi daha önce farkına varmadığımız bazı gerçekleri görmemizi sağlıyor. Mesela 2020’nin son aylarında Milan’da gerçekleştirdiğimiz Rönesans Rüyaları sergimizde, dönemin edebiyat eserleri ile doldurduğumuz makine belleğinin anlamlı şiir dizeleri oluşturduğunu görmek ya da teleskoplardan alınan görüntülerin aslında çevremizde var olan ama farkına varmadığımız bazı pigmentleri gözler önüne sermesi çok ilginç keşifler. Verinin pigment olabilme ihtimalini on yıldır sorguluyorum ama sanırım temelde hep, insanı makineleştirmekten ziyade, makineyi, insana yaklaştırma kaygım var. Eğer makineler bir gün işbirlikçi ya da yardımcı olmaktan çıkıp bilinç sahibi belleklere dönüşebilecekse, bu dönüşümün ibresini, insanlığın ya da evrenin yararına çevirmek bizim elimizde.

Serginin arka planındaki araştırma sürecinden bahseder misiniz? ISS, Hubble ve MRO teleskoplarının arşivlerine nasıl eriştiniz?

Aslında sergide kullandığımız verilerin hepsini açık kaynaklardan elde ettik – yani eserleri oluşturan her veri kümesine herkes internetten erişebilir. Ki bu durum da, bir önceki sorudaki ‘görünmeyeni görünür kılmak’ ilkesiyle örtüşüyor. Orada duran ve halka açık bir veriye dikkat çekebilmek de bütün sanat pratiğimin önemli bir parçası. İşin empirik ve çokça emek gerektiren kısmı ise ekip olarak bu verileri düzenli olarak toplamamız. Her uzay misyonun ayrı ayrı verileri var ve özellikle galerinin üçüncü katındaki veri heykellerinde de görebileceğiniz gibi, her eserin oluşması için gereken büyük verileri, ancak, sistematik bir çalışma ve analiz sayesinde elde edebiliyoruz. 2017 yılında Nvidia’nın çok değerli desteği ile çok kapsamlı yapay zeka algoritmalarını işlerimizde kullanmaya başladık. Alanında öncü olan bir çok çalışmanın da parçası olabildik. 2018 yılında ise NASA JPL ekibinin stüdyomuzu ziyaret etmesi ve iş ortaklığı teklifi ile tüm yolculuk çok daha anlamlı hale geldi. Yaklaşık üç yıl boyunca düzenli olarak NASA mühendisleri ile 60 yıllık arşivlerine farklı açılardan bakabildik.

Eserlerinizde hatıra, veri, bilgi, arşiv, tarih, ve hatta pigment kavramlarını, birbirinin yerini alabilecek şekilde kullandığınız göze çarpıyor. Uzay verilerini kullanırken bu kavramlar arasındaki benzerlikler ve geçişler size nasıl ilham verdi?

Aslında tüm bu kavramları ve kelimeleri zihnimde ‘insanlığın mirası’ başlığı altında toplayabilirim. Tek başına veri ya da tek başına tarih anlatısı, ne yazık ki, insanlık hakkında yeterince bilgi veremiyor ve elimizde yapay zekadan makine öğrenimine, en son veri görselleştirme tekniklerinden sanatsal yaratıcılığa kadar bunca araç varken, bu mirası mümkün oldukça muhafaza etmek ve geleceğe taşımak, hem bir sorumluluk hem de sınırsız bir hayal gücü tetikleyicisi. Yani asıl derdim, geçmişi, geleceğe taşımak; ve Makine Hatıraları: Uzay geçmişle geleceğin iç içe geçtiği bir anlatıdan doğuyor. Uzay Bilimi çok kısa bir zaman diliminde çok büyük yol kat etmiş bir bilim dalı ve ‘keşfetme’ ile ‘öğrenmenin’ neredeyse eş zamanlı gerçekleştiği bir disiplin. Öyle ki, bazen kendimizi bir bilim kurgu filminin içindeymiş gibi hissediyoruz, ya da uzayla ilgili bir film izlerken, beyaz perdede gördüğümüzün gerçekleşebileceğine kolaylıkla ihtimal veriyoruz. Yani uzayda tarih, geleceğin üzerine katlanıyor bir nevi. Sergide de zamanın, tarihin, ve anıların birden fazla tanımı ve algılanış biçimi olduğunu, eserlerin çok yönlü deneyimlenme biçimleriyle temsil etmeye çalıştık.

İnsanlığın uzayı keşfi ve bu keşiflerin muhtemel sonuçları sadece günümüzde değil on yıllardır dünya gündemini epey meşgul eden konulardan biri. Makine Hatıraları: Uzay, her ne kadar hatıra vurgusu ile geçmişe dönük bir sergi izlenimi verse de aslında geleceğe yönelik pek çok spekülasyona da olanak tanıyor. Serginin hem geçmişe kök salması, hem de fütürist özellikler göstermesinden bahsedebilir misiniz?

Serginin şimdiye kadar pek açmadığım temalarından biri, insanlığa tarihin dışında bir noktadan bakmak olduğu kadar, dünyaya ve kendimize, kelimenin tam anlamıyla, ‘uzaydan bakmak.’ Eserlerim hakkında bana en çok sorulan sorulardan biri, hayaller ve rüyalar arasındaki bağıntıyı nasıl yorumladığım. Bence, Makine Hatıraları: Uzay, bu bağıntıyı en iyi açıklayabildiğim sergilerden biri oldu. Çünkü bana kalırsa rüya da, hayal de ‘gidemediğimiz yerler’ ile ilişkili hisler ya da durumlar. Birinde, bilincimiz açık ve arzularımızın farkındayız, ötekinde ise, bastırılmış isteklerimizle yüzleştiriliyoruz belleğimiz tarafından. Bu analojiyi uzaya taşıdığımda, aklıma gelen ilk şey, galakside dolaşan bir makinenin, bunu, bizim için yaptığı. İnsanlık olarak hayalini kurduğumuz, keşfetmek istediğimiz yerlere, makinenin bize gösterdikleri sayesinde yaklaşabiliyoruz. Yapay zeka da zihnimizde tutamadığımız verileri saklayıp, bu veriler arasında, tıpkı, rüya görürken zihnimizin bize yaptığı gibi bağlantılar kurup, bizi farkında olmadığımız arzular, amaçlar ve potansiyeller ile tanıştırabilir. 21. yüzyıl kesinlikle uzay ve yapay zeka çağı ve tek bir sergide ikisini bir araya getirebilmek, benim için çok önemliydi.

Serginin ikinci bölümünde, izleyicinin içinde hareket edebilmesi için tasarlanmış ve mimariyle iç içe geçmiş çok boyutlu bir ‘yapay zeka sineması’ ile karşılaşıyoruz. Bu tanımla ne kastettiğinizi biraz açabilir misiniz?

Yapay zeka sinemasını, bilinçli bir şekilde tasarlanmış yapay zeka buluntularından oluşan görsel hikayeler olarak da tanımlayabilirim. Bir analojiyle açıklayacak olursam, makinenin bir veriye ya da veri kümesine aşık olması ve o veriyle ilgili bütün bağlantıları çözmeye çalışarak, bir hikaye çıkarması sonucu ortaya çıkan ve her karmaşık aşk hikayesi gibi, insanı içine alan bir anlatı. Her ne kadar anlatı ya da hikaye olarak açıklasam da, bu sinemayla amaçladığım şey, aslında bir hissiyat, ya da ilham aldığım, film ve yeni medya profesörü Gene Youngblood’ın ‘Genişletilmiş Sinema’ teorisinde irdelediği gibi yeni bir bilinç sistemi yaratmak. Bunu yaparken mekanı kanvas olarak kullanmak ve yeni sistemleri, eski bilgi ve mekanlara entegre edebilmek çok önemli. Yine, Youngblood’ın dediği gibi, her sanatçının, bir ‘tasarım bilimcisi’ olması gereken bir çağdayız. Burada VR, AR veya XR gibi aparatlara bağımlı olmadan da fiziksel ve zahiri mekanların kesiştiği noktada deneyimlenebilen bir sinema deneyimini speküle ediyoruz.

Yapay zeka sineması olarak tanımladığınız bu bölüm için Makine Hatıraları v.2 başlığını seçmişsiniz. Serinin ilk enstalasyonu nerede sergilendi? Hangi verileri kullandınız?

Benzer bir teknik kullanarak kurguladığımız ve 2019’da Washington DC’de sergilediğimiz ‘Sonsuz Mekan’, o yılın en çok gezilen sergilerden biri olmuştu. Sonsuzluk ve algı arasındaki felsefi ve şiirsel ilişkileri ve hatıra kavramını, insan anıları, MRO teleskopundan alınan Mars fotoğrafları, deniz yüzeyi aktiviteleri gibi birkaç kanaldan inceleyerek temsil ettiğimiz bir sergiydi. Veri heykellerimiz Amerika’nın başkentinde öyle ses getirdi ki, Smithsonian Enstitüsü’ne bağlı, Ulusal Havacılık ve Uzay Müzesi, bize arşivlerini açarak, onlar için bir heykel yaratmamızı istedi. Aynı tekniğin bir uzantısını da yaklaşık bir yıl sonra, DC’de birlikte çalıştığımız galerinin, New York mekanının açılışı için, daha önce yapılmamış bir şekilde geliştirdik ve ilk yapay zeka sinemamız Makine Hatıraları v.1 ortaya çıktı. New York Chelsea Market’te üç ay içinde binlerce kişi tarafından ziyaret edilen sergi, Kuzey Amerika’da en çok ses getiren sergim oldu. Halka açık veritabanlarından topladığımız üç milyondan fazla New York görüntüsünü kullanarak, sinestetik bir gerçeklik deneyi oluşturduk ve ziyaretçilerin bir sanat eserinin içinde olmayı deneyimlemesini istedik. PİLEVNELİ için kurguladığımız Makine Hatıraları v.2 için milyonlarca uzay resmini benzer bir teknikle, makine öğrenim algoritmaları kullanarak sanatsal deneyimlere dönüştürdük.

Sergideki her eser teknik açıdan pek çok öğeyi bir araya getiriyor ve bu sayede izleyiciye özgün sanatsal tecrübeler vaat ediyor. Veri toplamaya başladığınız andan, eserin son haline uzanan süreci kısaca anlatabilir misiniz?

Süreç, NASA arşivlerinin düzenli bir şekilde incelenmesiyle başlıyor. Sonrasında elde edilen görsel verileri, makine zekası ile kavramsal ve biçimsel açıdan inceledik ve sınıflandırdık. Her bir makine için ayrı bir şekilde veri analizi de yaptık. Sonrasında StyleGAN2ADA isimli GAN algoritması ile her bir makinaya ait görsel hatıraları, yapay zekaya öğrettik. Çıkan sonuçlarla, serginin içeriğini oluşturduk. İşlerimde büyük bir hevesle kullandığım, akışkanlar dinamiği algoritmaları ile yapay zeka çıktılarını bir araya getirerek son derece şiirsel bir deneyim ortaya çıkarabildik. Sergideki ses deneyimi de Kerim Karaoğlu tarafından, yine aynı veriler üzerinden tasarlandı.

İstanbul – ya da İstanbullu olmak – estetik anlayışınızı nasıl şekillendirdi? Bu sergiyi dünyada ilk defa neden İstanbullular ile buluşturmak istediniz?

Daha önce de yaptığım gibi, Sonsuzluk Odası, Arşiv Rüyası ve Eriyen Hatıralar sergilerinin, alanında öncü olmalarının arkasında, doğduğum ve büyüdüğüm şehrin bana verdiği ilham yatıyor. Tüm bu sergilerde, İstanbul’un bana kazandırdıkları, öğrettikleri, ve sanatsal bakış açımı geliştirmedeki yadsınamaz etkisine dokunan eserler vardı. İstanbul bence dünyanın en güzel şehri ve her şeyin en iyisine layık. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin de katkılarıyla böylesine biricik bir sergiyi, kamu ile ücretsiz buluşturmak beni çok ama çok mutlu ediyor.

İlham aldığınız sanatçılar kimler?

Sanatçılardan ziyade, dünyayı değiştiren figürleri ilham kaynağı olarak görüyorum. Sinirbilim ve yapay zeka alanında araştırma yapan bilim insanları, Nobel ödülü almış ya da aday gösterilmiş dâhiler en büyük ilham kaynaklarım. Dünyada, bir şeyleri değiştirebilecek gücü içinde bulan, çalışkan insanlara her zaman hayranlık duydum.

Pilevneli’de Makine Hatıraları: Uzay’ı deneyimleyen izleyicilerin evlerine nasıl hisler ve düşünceler içinde döneceğini öngörüyorsunuz?

Pandemi sonrasında, sanatın çok daha önemli olduğu bir döneme gireceğiz. Sanatın bizi iyileştirebileceğine inancım tam. Böylesine zor ve acı geçen sürece, bir nebze de olsa pozitif bir katkım olabilirse ne mutlu bana. İzleyicilerin sergiden umutlu, dünya ve evrenle ilgili yeni sorular sorabilen ve ilham almış bir şekilde ayrılmalarını diliyorum.

“Makine Hatıraları: Uzay”, 19 Mart itibarıyla pazar hariç her gün 10.00-18.00 saatleri arasında ücretsiz olarak izlenebilecek. Covid-19 tedbirleri dolayısıyla hafta sonu kısıtlamalarında değişiklik olması durumunda sergi pazartesi hariç her gün 10.00-18.00 arasında gezilebilecek.

Prof. Dr. Aylin Seçkin’in Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde yürüttüğü Sanat ve Kültür Ekonomisi dersi kapsamında Refik Anadol ile düzenlediği röportaja buradan ulaşabilirsiniz.

Refik Anadol – Makine Hatıraları: Uzay

Refik Anadol Hakkında

Refik Anadol, 7 Kasım 1985 yılında İstanbul’da doğdu. Lisans eğitimini İstanbul Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nde fotoğraf ve video alanında en yüksek onur derecesiyle bitirdi. Ardından Los Angeles, Kaliforniya Üniversitesi (UCLA) Medya Sanatları Tasarımı Bölümü’nde yüksek lisans eğitimini tamamladı. Halen UCLA’in aynı bölümünde öğretim görevlisi ve misafir araştırmacı olarak görev yapıyor.

Anadol, ilk dönemlerinde özellikle kamusal alanlarda sergilediği, mimari odaklı verilerle oluşturduğu heykeller ortaya koyuyordu. Zamanla, birçok farklı alandaki veriyi yapay zeka programlarına işleyerek yine kamusal alanlarda sergilemeyi tercih ettiği dev projelere yöneldi. Son zamanlarda makinelerin hafızasına, yani makinelerin verileri algılama ve düşünme biçimlerine yoğunlaşan Anadol, imza attığı projelerde görsel, işitsel, sismik, coğrafi, meteorolojik, kültürel ve akla gelebilecek her türlü veriyi aralarında NASA ve Google’ın da bulunduğu dev kurumlarla iş birliği yaparak topluyor. Sonrasında, dünyanın ve insanların yaşamını sürdürürken gayri ihtiyari oluşturduğu bu verilerle, projeye özel yazılan algoritmalarla çalışan yapay zeka programını besliyor. Böylelikle sanatçı, içinde yaşadığımız teknolojinin ve makinelerin verileri nasıl algıladığını, yorumladığını gösteren veri heykelleri yaratıyor.

Google, Microsoft, Nvidia, Intel, IBM ve Samsung gibi uluslararası kuruluşlarla iş birliği yapan Refik Anadol, yaşamını ve çalışmalarını Los Angeles’ta sürdürüyor.

Sanatçının seçili kamusal mekana özgü işitsel ve görsel performansları ve sergileri arasında National Gallery of Victoria, Melbourne (Avusturalya); MEET Digital Culture Center (İtalya); Artechouse New York (ABD); Walt Disney Concert Hall (ABD); Hammer Museum (ABD); International Digital Arts Biennial Montreal (Kanada); Ars Electronica Festival (Avusturya); l’Usine Geneve (İsviçre); Arc de Triomf (İspanya); Zollverein SANAA’s School of Design Binası (Almanya); İstanbul Tasarım Bienali (Türkiye); Sydney City Art (Avustralya) yer alıyor. Anadol ayrıca The Architect’s Newspaper En İyi Sergi Tasarımı Ödülü, Microsoft Research En İyi Vizyon Ödülü, German Design Ödülü, UCLA Art+Architecture Moss Award, University of California Institute for Research in the Arts Ödülü, SEGD Global Design Award, Google’s Art and Machine Intelligence Artist Residency Award’ın da aralarında bulunduğu birçok ödüle layık görüldü.

    If your proposal is evaluable, a return will be made within 5 working days. If you do not get a response to your offer within 5 working days, it means that your offer is not likely to be evaluated.




      Teklifinizin değerlendirilebilir olması durumunda en geç 5 iş günü içerisinde dönüş yapılacaktır. 5 iş günü içerisinde teklifinize yanıt alamamanız teklifinizin değerlendirilme olasılığı bulunmadığı anlamına gelmektedir.



        Love, Share, Live with Art

        Turkish and world art market, new works and artists
        Subscribe to our newsletter to follow us closely.