“Çok Uzun Zaman Önce Çok Çok Uzak Bir Galakside”*

Art50 takipçileri Aslı Dinç’i “Distopya” ve “Space Odyssey” serilerinden tanıyor. Lise yıllarından beri bilimkurguya merak duyan ve distopya senaryolarına odaklanan sanatçı, bilimle evrilen teknolojilere heyecan duyuyor, bilgisayar oyunlarıyla ilgileniyor, distopya literatürünü takip ediyor. Solucan deliklerine, tünellere girip, oralarda dolaşıyor, her gün geçtiğimiz yolları yeniden keşfediyor, farklı boyutlar kurgulayıp izleyenlere sunuyor. Sadece bir medyumu seçmek yerine interdisipliner çalışan Aslı Dinç için mekanla zaman algıda durmadan değişen bir oyun alanı.

Distopya ve cyber-punk… Bunlara olan ilgin nereden geliyor? Ne okuyor, ne izliyorsun? Eserlerini oluştururken çıkış noktan ne?

Cyber-punk ve distopya 2000’li yılların başında keşfettiğim konulardı. Küçüklüğümde de zaten hep geleceğe merak durumum vardı ve bilimkurgu filmleri örneğin Geleceğe Dönüş ve Kontakt filmlerinden çok etkilenmiştim. Kontakt Carl Sagan’ın hikayesi aslında… O kadar etkilenmiştim ki Lise 1’de acaba fen seçip astrofizik mi okusam diye düşünmüştüm. Sonrasında astrofizik okuyanların meteoroloji alanında çalıştıklarını öğrenince kendi yolumda ilerlemeye karar verdim. Distopyayla ilgili oyunları keşfetmem ve kitaplarını daha yoğun şekilde araştırmamla daha fazla içine daldım ve beni tam anlamıyla çekti, bir girdap gibi. Philip K. Dick beni etkileyen distopya yazarlarından, William Gibson zaten cyber-punk’ın tanrısı. O dönemde çok fazla evde kapalı olduğum için kendimi sadece oyuna veriyordum. Kendimi de öyle bir varlığa dönüştürmüştüm…

Oyun içine aldı seni…

Evet, hem oyun beni içine aldı, hem de kitaplarla beraber ilgi tamamen oraya yönelince ben de kendimi bir cyber karakter gibi hissetmeye başladım. Ve bu durum öyle bir bilinçaltıma girmiş ki bir sabah kalkıp, gerçekten “Distopya” gibi bir proje üretip, sonradan onu geliştirdim. Hala da geliştirmeye devam ediyorum, zaten. O karakteri hiç bırakmayı düşünmüyorum.

dead fish
Dead Fish, 2011

O duygu senden çıkmadıkça herhalde?
O duygunun benden çıkması biraz zor gözüküyor, çünkü ben gittikçe distopyanın kendisini yaşadığımızı düşünüyorum. Hem İstanbul’da hem de dünyada. Kendimi o döneme, uzak gelecek diyelim ya da belki de yakın gelecek, hazırlamaya başlıyorum. Discovery Channel’da var ya felaket senaryolarına hazırlananlar, laboratuar kuruyorlar evlerine, öyle bir imkanım olsa ben de yaparım. Çünkü bence distopyaya çok yakınız. Şimdiki zamanı yaşıyoruz tamam, ama belki de on dakika sonra başına gelecek şey bir distopya konusundan çok farklı olmayacak, şu anda yaşadığın şehirde. Ya da kendini güvensiz hissetmen de bir distopya konusu. Kendine olan güvensizliğin ya da dışarıdan bir tehlikeyle karşılaşma olasılığın… Bunlar aslında oldukça başına gelebilecek şeyler ve illa bir atom bombasının patlamasına gerek yok, bence… Havaya bak, tüm bu küresel iklim değişiklikleri… Benim işlerimde gözlüğü kullanma sebebim de bu zaten.

Ben de bunu soracaktım. Konuşmak istiyorum, gözlüğün “Distopya” serindeki yerini… Gözlük bu işi yaparken karşına çıkan bir objeydi ve sen onu rastgele mi kullandın? Çünkü bu da olabilir… Örneğin bir İspanyol sanatçıya kullandığı kırmızı kasketleri sorduğumda, bir objeye ihtiyacı olduğunu, bir arkadaşının fabrikasından bu objeleri temin ettiğini ve insanların akıllarında tersi oluşsa da bir gönderme yapmadığını anlatmıştı. Ama sen bu gözlüklerle bir gönderme yapıyor gibisin. Gözlüğü kulllanmaya nasıl başladın?

Bu tür aletleri zaten ben bir obje olarak her zaman atölyede barındırıyorum. Gözlük ve şnorkel denizin altında kullandığımız objeler, yaşamak için, bir süreliğine… Deniz altına girdiğimizde onları takıyoruz. Aslında başka bir boyuta giriyoruz, başka bir gezegenin içine giriyormuş gibi de düşünebilirsin. Başka varlıkların yaşadığı bir ortama uyum sağlayabilmek için onları kullanıyorsun. Benim bu seride yarattığım dünyada denizin dibindeki olanaklar karada var ve o yüzden fotoğraflardaki karakter o gözlüğü kullanıyor. Şnorkeli takmasına da illa gerek yok, gözlük nefes almasına da yarıyor.

 

fish oil
Fish Oil, 2011

 

Birçok farklı obje daha kullanıyorsun aslında, örneğin “Fish Oil”de kitapların arasında Ubik var ve oldukça ön planda, dikkat çekiyor. Seni izleyen kişiye küçük küçük ipuçları bırakıyorsun, bazı müştereklerde birleşmek için… Ama bu aslında çok da herkesin anlayabileceği bir gönderme değil. Yani sen birazcık özel bir kesimi seçiyor gibisin.

Hayır aslında, benim yapmak istediğim… Genelde bir “zamansızlık” ile ilgili sorun yaşadığım için, yani böyle hissediyorum, o fotoğrafların orta çıkma sebebi de bir hissiyat: Zamansızlık… Gelecekteki bir şeyin kurgulanmışlığı var ama bakıldığında bir boşluk hissi vermek istiyorum. Evet ipuçları var ve onlardan yola çıkarak insanlar bazı çıkarımlarda bulunabilirler. Ama genel olarak batığın zaman izleyicide o zamansızlık duygusunun uyanmasını istiyorum.

Birçok insanın distopya serisindeki işleri gördükten sonra söylediği şey, fotoğraflardaki resim duygusu…

Evet plastikleştiriyorum. Bu da şununla alakalı, kendimi ne kavramsal teoriyle tam birleştirebiliyorum, kullandığım medya açısından bir kalıba sokmak istemiyorum. Disiplinlerarası çalışmak her zaman benim sevdiğim ve tercih ettiğim yöntem olduğu için, fotoğrafı da sadece fotoğraf olarak kullanmak istemiyorum. Onu da bir amorf olarak kullanmak, şekilsizleştirmek, plastikleştirerek iki ara bir derede bırakmak, yanlış anlamak, algısını kırmak istiyorum.  “Kablo” ve “distopya” serisi 2011 işleri… İzleyiciye ulaşamamışlardı ve ben bu işlerden vazgeçme noktasına gelmiştim, başka işlere eğilmeye başlamıştım. Ama art50’den sonra o işler bayağı bir insana ulaştı ve iyi geri dönüşler oldu. Ne anlatmak istediğimi sordular, ilgilendiler, insanlarla işler vasıtasıyla iletişime geçebildim ve fikirlerimi ulaştırabildim. Ve tekrar bir cesaret geldi. Distopyadaki karakteri geride bırakmak üzereydim, tamamen kendime saklamıştım ama şimdi onu devam ettiriyorum, hatta aklımda videolarla birleştirme fikri var.

Bedenle ilgili literatürle, beden politikalarıyla aran nasıl? Bu “Distopya” serisinde kendi bedenini ve özellikle yüzünü kullanıyorsun. Eşyalarını da tabi, onlar aslında senin gündelik kullandığın eşyalar, başkalaşıyorlar. Aynı zamanda MK. Yurttaş ile bir performans düonuz var, AslıeMK adında. Ve sonuç olarak yine beden bir enstrüman haline geliyor…

Beden politikaları aslında çok iyi bildiğim bir konu değil, Mustafa (MK Yurttaş) sayesinde yeni yeni girdiğim bir konu. Daha çok metamorfoz, organik, inorganik beden gibi kavramlar ilgimi çekiyor. Artık vücudumuza bilimle beraber inorganik şeyler girebiliyor ya, bizi iyileştirmek için ya da yaşamımızı kolaylaştırmak için, protezler, piller, bu konular üzerine eğiliyorum. Mustafa ile yeni yeni kendini donduran insanları araştırıyoruz. Kanserinde bir evrim olması, yemeklerde, bitkilerde herşeyin oynanmasıyla vücutta pozitif değil negatif bir evrim geçirme durumları var. Bu tip bilimle evrilen araştırmalar daha önemli benim için beden politikalarından. Bedende yine olayın cyberpunk tarafına daha yakınım.

Ya da teknolojiyi kullanımı da ilgini çekiyor sanırım değil mi? Örneğin eklenen ve işleyen vücut parçaları, üçüncü kol protezi falan gibi…

Evet evet…

Peki internetle aran nasıl? İmkanın olsa kullanır mısın interneti işlerinde?

Yapay zekayla çok ilgileniyorum. O yüzden sanal gerçeklik ile ilgili projeler yapmak istiyorum. Tabi böyle projeler için bazı konuları öğrenmem, yardım almam falan lazım. Ama sokakta psikocoğrafya, dérivé ile interneti birleştirmeyi düşünüyorum. Bodrum’da zaten psikocoğrafyayı araştırırken küçük bir giriş yaptım, şimdi İstanbul’da hissiyat haritaları çıkarmaya devam edeceğim. Bunları da internet ortamına koymayı düşünüyorum, evet. Ama tabi yeni medya olarak bayağı bir teknik donanım eksiğim var. Ama buna o kadar girişir miyim bilmiyorum, belki ileride olabilir. Bu cyberpunk, yapay zeka meselesi AslıeMK’nın projelerinde ortaya çıkacak.

aslı kapak

Küçük absürd detaylarla beraber sunulmuş büyük bir hayalgücü değil mi bu? Bu aslında senin ilk işlerinde de yaptığın bir şey. Örneğin “Faraday Kafesi”nde Michael Faraday’ın teorisinden yola çıkarak yaptığın yerleştirmenin içine girildiğinde elektronik cihazlar çekmiyordu. Ve sistemin doğru çalışabilmesi için sen bir süzgeç kullanmıştın. Sistemin çalışması için zihni sinir, biraz da absürd bir yolunu buldun. Belki de tamamiyle yeni medyayı kullanmamak zaten bir seçimdir? Mesela ben AslıeMK olarak “Aden” performansınızı hatırlıyorum, onda yeni medyayı kullanmak yerine farklı materyeller kullanarak kendinizi ifade etmiştiniz?

Evet, biz bunu bir mizansene dönüştürüyoruz aslında. Yarattığımız ortamda o karakterleri bedenlerimizle canlandırabiliyoruz. Ama arkasındaki fikirler aynı: yapay zeka ya da cyber-punk. Uygulayan insanlar gerçek insanlar ama uyguladıkları bir kurgu.

 

Peki Casa dell’Arte Konuk Sanatçı programı nasıl geçti?

Bir kere farklı disiplinlerden sanatçılarla çalışmak bir sanatçıya çok fazla şey katan bir olanak. O sanatçıların senin işlerin hakkında görüşleri ya da eleştirileri seni çok besliyor. Dışarıdan bakabiliyorsun, yoksa sen kendi işlerin arasında kaybolabiliyorsun. Rezidans ortamında tanıştığın farklı insanların algılayışı sende farklı kapılar aralıyor ve daha objektif bir biçimde yaklaşabiliyorsun işine. Rezidans programı bu açıdan beni etkiledi ve ufkumu genişletti. Hatta ürettiğim bazı işleri bıraktım, onları iyi bir şekilde ifade edemediğim için, yeniden renove etmek üzere. Hatta olmassa tamamen atabilirm de. Çünkü farkına vardım ki o işlerin içinde kaybolmuşum ben ve aslında karşı tarafa çok da bir şey aktaramamışım. Kendi ortamın dışında üretmenin de farklı bir algısı var. Bir kere hiç bilmediğin bir yeri keşfetmeye çıkıyorsun. Bu zaten beim en sevdiğim şey. Yeni bir mekan için düşünmek, planlamak. Bir de tabi mekan değiştirmek tamamiyle yeni bir düşünce sistemine odaklanmanı sağlıyor. Malzeme keşifleri, yanında seninle beraber çalışan insanlardan gördüğün teknikler… Bunlar bayağı önemli kazanımlar sağlıyor. Oraya gitmeden önceki Aslı’yla, kendine bir çok şey katmış bir Aslı olarak geri döndüm ben.

AslıDinç,Them,120x80cm.DigitalPrint
Them, 2015

Çok iyi ya…

Evet, bir de Barbara Polla ve Billur Tansel gelip işlerimizi eleştirdiler. Bu da çok olumlu etkiledi çünkü normalde onlar gibi değerli, profesyonel kişilerin yorumlarını alamıyorsun, her zaman. O kadar kolay değil bu, İstanbul gibi bir ortamda.

Neden sence?

Bence bu sistem çok da gelişmiş değil İstanbul’da. Bir eleştirmenle bir sanatçı çok da bir araya gelemiyor, özellikle genç sanatçılar, yeni keşfedilmiş, “emerging”ler. Bizim özellikle bu tip geri dönüşlere ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyorum. Sanatçı ve eleştirmenlerin bir araya geldiği daha fazla ortamlar olması lazım.

IMG_5215
Echoes of a distant time, 2015

Bundan sonraki projelerin neler?

Bundan sonra mekansızlaştırmak, zamansızlaştırmak, zaman içindeki mekanın, mekan içindeki zamanın yer değiştirmesi üzerine çalışmak istiyorum. Yürüyerek her gün önünden geçtiğin ve çoğu zaman es geçtiğin mekanlarla dolu şehirde, kafanı temizleyip gezdiğin zaman, aslında orada duranın bir bina değil de farklı bir şey olabileceğini düşünebiliyorsun.Ve onun üzerine birşeyler yazıp kurgulamak ve şehirde yeni oyun alanları yaratmak, orayı birebir fotoğraflamaktan hem çok daha eğlenceli, hem de gerçeklik algısını kırabileceğin tamamen farklı bir düşünce sistemi. Son olarak Casa dell’Arte programı süresince Bodrum’da yürürken girdiğim bir mozole içinde yaptığım bir iş var. Mozolenin içine kanallar açılmış. Yapılan adakların, kesilen hayvanların kanlarının akışıyla orası hem besleniyor hem de öbür dünyada Mausolos’un besleneceğine inanılıyor. O tünele girince gerçekten bir boyut atladığımı hissettim. İnanılmazdı, göğüs boşluğa bir yumruk, bir ağırlık oturdu. Ve bunu bir performans gibi kendim deneyimlemek istedim. Burası girişli çıkışlı bir solucan deliği, bir portal gibi kurgulayıp iki kanallı bir videoya dönüştürdüm. 11 Haziran’da Suma Han’da Open Space Istanbul tarafından organize edilen bir sergimiz olacak Genco Gülan ile. Bu sergide bu videoyu sergileyeceğim.

 

Aslı Dinç’in tüm eserlerini görmek için tıklayınız.

 * Star Wars giriş yazısından alıntıdır.

 

    If your proposal is evaluable, a return will be made within 5 working days. If you do not get a response to your offer within 5 working days, it means that your offer is not likely to be evaluated.




      Teklifinizin değerlendirilebilir olması durumunda en geç 5 iş günü içerisinde dönüş yapılacaktır. 5 iş günü içerisinde teklifinize yanıt alamamanız teklifinizin değerlendirilme olasılığı bulunmadığı anlamına gelmektedir.



        Love, Share, Live with Art

        Turkish and world art market, new works and artists
        Subscribe to our newsletter to follow us closely.